İş Hukukunda İbra Sözleşmesi
Gülendam ÖNCÜ ( Hakim )
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 48. maddesine göre, herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyetine sahiptir. Aynı şekilde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu1 26. maddesinde, tarafların bir sözleşmenin içeriğini özgürce belirleyebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Görüldüğü üzere hukuk sistemimizde “sözleşme özgürlüğü ilkesi” hakimdir. İbra sözleşmesi de bu sözleşme özgürlüğü ilkesi temelinde düzenlenen bir borçlar hukuku sözleşmesidir.
1911 tarihli İsviçre Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ibra, 818 sayılı Borçlar Kanunu kapsamına alınmamıştır. İbranın kanun kapsamına alınmamış olması uygulamada ibraya rastlanılmadığı anlamına gelmemektedir. Aksine ibra günlük hayatta sıkça karşılaşılan, alacaklının alacağını borçlu lehine sona erdirdiği bir hukuki ilişkidir. Bu sebeple eski kanun döneminde ibraya ilişkin hüküm boşluğu öğreti ve yargı kararları ile doldurulmuş, buna göre ibranın hukuki niteliği belirlenmeye çalışılmıştır.
İbra sözleşmesi ilk olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu döneminde kanunun üçüncü bölüm-birinci ayrımında, “Borcun Sona Erme Halleri” başlığı altında hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 132. maddesinde ibra, tarafların aralarındaki borç ilişkisini tamamen ya da kısmen kaldırabilecekleri bir sözleşme olarak tanımlanmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere ibra, sözleşme serbestisi ilkesine tabi bir borçlar hukuku sözleşmesidir. Böylece, uygulamada çok sık karşılaşılan ancak geçerliliği yönünden tartışma yaratan ibra sözleşmesi artık yasal bir dayanağa sahip olmuştur.
İş hukuku açısından ibra sözleşmesi, “ibraname”, “ibra senedi”, “ibra belgesi” gibi isimlerle anılmaktadır.
Çalışma hayatının temelini işçi ve işveren oluşturmaktadır. İşçinin bağımlı olarak iş görmeyi, işverenin de bu iş görme edimine karşılık ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmeye iş sözleşmesi denilmektedir. İş sözleşmesinin birden fazla sona erme hali vardır. Bunlar; ölüm, tarafların anlaşması, belirlenen sürenin dolması ve bildirimsiz fesihtir. Genel olarak ibraname iş hukukunda iş sözleşmesi sona erdikten sonra işverenler tarafından işçilere imzalatılan ve işçinin işverenden alacağı kalmadığına ilişkin belge niteliği taşır. İş hayatında işçi ve işveren dengesini sağlamak pek de mümkün değildir. Sosyal ve ekonomik yaşam, sınıf farklılıkları, işçinin işverene bağımlı oluşu ve hayatın olağan akışı gibi durumlar birlikte değerlendirildiğinde çalışma hayatında işçi ve işverenin eşit sosyal statüde olduğu söylenemez. Bu sebeple günlük hayatta işçiler, işlerini kaybetmekten korktuklarından veya alacaklarının bir kısmını almakla yetinmek zorunda hissettiklerinden ibraname imzalayabilmektedirler.
İşçiyi koruma gereksinimin temelde iki sebebi bulunmaktadır. İlki, işçinin işverenin talimatlarını yerine getirme zorunluluğudur. Burada işçi artık işverene kişisel olarak bağımlı bir durumdadır. İkincisi ise, ekonomik bağlılıktır. İşçi geçimini sağlamak amacıyla ekonomik yönden işverene bağımlıdır.2 Bu sebeple iş hukuku açısından işçiyi koruma ilkesi benimsenmiş ve düzenlenecek ibranamelerin de bu ilke temel alınarak dar yorumlanması gerektiği belirtilmiştir. 3 Kanun koyucu işçiyi koruma ilkesini gözeterek ibranameyi yasalaştırma sürecinde hizmet sözleşmelerine ilişkin ayrı bir düzenleme getirmiştir. 4857 sayılı Yasanın 420. maddesinde, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmelerinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şartları hüküm altına alınmıştır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibranameler kesin olarak hükümsüz sayılacaktır.
Buna göre, çalışmamızın birinci bölümünde genel olarak ibraname kavramı ayrıntılı olarak açıklanmış ve ibranamenin hukuki niteliği, çeşitleri ve benzer hukuki müesseselerden farkı üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise, 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde ibranamenin kurulması, şekli ve içeriğine ilişkin yargı kararları da değerlendirilerek ibraname açıklanmaya çalışılmıştır. Son bölümde ise, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ibraname üzerinde durulmuş ve yargı kararlarıyla uygulanan bir kurumun yasalaştıktan sonraki uygulama biçimleri ile tartışmalar üzerinde durulmuştur.
Çalışmamız ile amaçlanan ibranamenin hem eski kanun döneminde hem de yasalaştıktan sonraki süreçte nasıl uygulandığının açıklanması, her iki dönem arasındaki uygulama farkları ile konuya ilişkin yargı kararları ve öğreti arasındaki görüş farklılıklarının aydınlatılmasıdır.