Sapkınlıkla Mücadelede Kilise Hukuku
Akgün Bilgin
İnsanoğlunun doğasında bir dereceye kadar herkesin içinde bir miktar büyük ya da küçük “sapkınlık” vardır ve sapkın dürtüler her zaman ortaya çıkmaya isteklidir. İster vicdan, etik ve ahlak tarafından dayatılan iç kısıtlamalar, ister toplum tarafından dayatılan dış kısıtlamalar ve alay etme, dışlanma veya hapse girme korkusu nedeniyle; çoğu insan içsel sapkınlıklarını sıkı sıkıya kontrol altında tutmak için sağduyulu ve öz disipline sahiptir.
Sapkın eğilimler ve dini tabular, zamanın başlangıcından beri cinsel deneyimin dokusundan yeşerdi, gelişti ve insanlar seks yaptıkları sürece sapkınlıkda hep var oldu. M.Ö. 3000 yılındaki Eski Mısır’da ölüm ibadetlerindeki Nekrofili (ölülerle seks)’den tutun, 2600 yıl öncesi Antikçağ’daki Dionysos Bağ Bozumu Şenlikleri’ndeki grup sekslere; Roma İmparatoru Caligula’nın vahşi partilerinden, küçük Hristiyan tarikatlarının merak uyandırıcı ve gizemli uygulamalarına kadar dünya tarihi; günümüz festivallerinden ve modern dönemden çok önce başlamış olan sapkın, tuhaf, sıra dışı ve düpedüz kötü fantezilerden yoksun değildir.
Tarihte cinsel sapkınlığın zamanla teolojiye, hukuka, psikolojiye, sosyolojiye, felsefe gibi her alanı etkilemesi; Roma İmparatorluğu ile uzlaşarak Hz. İsa'nın inancını Hristiyanlık haline getiren havari St. Pavlus’un Pagan, Şaman ve kısmen de olsa Zerdüşt geleneklerini dinle sentezlemesi ve bunun gibi çeşitli nedenlerle Hristiyanlığın bozulduğuna yani saptırıldığına dair tartışmalara tezahür etmiştir. Buna koşut olarak Hristiyanlar, Katolik Kilisesi hem dünyevi hem de uhrevi olarak tek meşruluk kaynağı olmanın konforu/tekelci imkânlarını sürdürmesi sonucu; aydınlanma, modernite, sekülerleşme ve Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan toplumsal ortam ve liberal talepler gibi reform hareketlerine paralel olarak sapkın tarikatlarda dini restore ederek tekrar tasarımlamak istemişlerdi. Bunun neticesinde IV. yüzyılda Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu himayesine girmesiyle ilk sapkın hareketlerin dini, kamu düzeni ve güvenliğini etkilemeye başladığı Roma Hukuku’na kadar dayansa da; sapkınlığın kilise prestijini etkilemesi sonucu Papa’nın ruhani otoritesini daha da güçlendirmek, teşkilatı ve hukuk sistemiyle tamamen bağımsız bir statüye kavuşmak için, Roma sivil hukukundan ayrı olarak kendi hukuk sistemini oluşturma gereği duyulmasıyla; XI. yüzyılın ortalarında “Kilise Hukuku” ilmini doğurmuştur.
Bazı tarihçilere göre köken itibarıyla vahye dayalı bir din olduğu ve mukaddes bir kitabı bulunduğu için Hristiyanlığında haliyle doğasında şeriatının olması nedeniyle Kilise Hukuku ilmi doğarken, İslam Hukuku’nun etkisi altında kalmıştı. Hristiyanlık, İslam dininden altı asır önce doğmasına rağmen mensupları ancak Müslümanlardan altı asır sonra bir hukuk ilmi ortaya koyabilmişlerdir. Kilise hukukçularının model ve sistem açısından daha çok Roma Hukuku’ndan yararlandığı kabul edilmesine rağmen İslam Hukuku’nun direk tesiri olmasa dahi en azından İslam medeniyetinin Batı medeniyetine etkisi oranında Kilise hukukçularına örnek sunduğu ve motive edici rol oynadığı söylenebilir.
Aslında tarihte İslam Hukuku’nun sapkınlık suçları mücadele yöntemlerindeki Şer’i yasakları, Şer'an miktarı belirlenmiş ceza oranları ile Kilise Hukuku’nun İsevi Şer’i yasakları ve Şer’an ceza oranlarının aynı olması gibi Hristiyanlık ile İslamiyet’in etkileşimi bununla da sınırlı değildi.
Sapkınlıkla mücadelede Hristiyanlar’ın ve Müslümanlar’ın 1400 yıldır bilinmeyen kâdim öğretileri içinde barındıran “Gnostisizm”, insanlık tarihi boyunca seçkin insanlar tarafından günümüze kadar gerçekleri ve doğruları ulaştırılırken; buna karşılık sapkınlığın önce Hristiyanlık sonra İslâm altında yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürerek, sapkın toplulukların aralarında benzerlikler oluşturmuştur. Hristiyan ve İslâm mistizmi birbirine deruni bir yapıyla bağlayan unsurlardan biri olan maddeden manaya geçerken Tanrı’ya ulaşma amacı taşıdığı düşünülse de, “En-el Hak” söylemi, ana ekseni oluşturan mihenk taşıdır. Oysa “Yaratıcı zekâya sahip olmak” her zaman iki dinin Okültistleri için yegâne hedeftir.
Diğer bir örnek ise yüzyıllarca boyunca İstanbul, kâdim bilgilerin muhafaza edildiği doğu-batı üzerindeki yegâne köprü ve iki dünyanın mistisizm ustalarının buluşma noktasıdır. Tarihe baktığımızda felsefe taşının mucidi Nicolas Flamel, toksikolojinin kurucusu Paracelsus, Goethe’nin Faust’u, ünlü çapkın Giacomo Casanova, üç bin yaşındaki Kont Alessandro di Cagliostro, Nazi Partisi’ni kuran Thule Örgütü’nün kurucusu Rudolf von Sebottendorf, ünlü mistik George Gurdjieff, “Dünyanın En Kötü Adamı” unvanlı Aleister Crowley, Hitler'in Yahudi medyumu Erik Jan Hanussen ve Britanya Şeyhülislamı Abdullah Quilliam gibi birçok sapkın İstanbul’a gelmişlerdir.
Gerçek şu ki, Hristiyanlık için toplumsal kontrolü sağlamak amacıyla Hz. İsa’yı tarihi bir karakter haline getirmek politik bir gereksinimdi. Bu nedenler M.S. 325 yılında Roma hükümdarı Konstantin (Constantine), İznik (Nicea) Konseyi’ni topladı. Konsey görüşmeleri sırasında, politik olarak şekillendirilen günümüz Hristiyanlık öğretileri kabul edildi ve bu tarihten itibaren Hristiyanlık adına kan dökülmeye başlandı. Bunu takip eden 1600 yıl boyunca Vatikan, tüm Avrupa üzerinde etkili politik bir kale haline geldi. Bu 1600 yıllık süreç, “Karanlık Çağlar” olarak anılan zaman dilimlerine liderlik ederek “Engizisyon Mahkemeleri” ve “Haçlı Seferleri” gibi tarihi olaylara neden oldu.
Tarih boyunca Hristiyanlık, benzeri bütün ilahi inanç sistemleri gibi döneminin hurafesi yönünden kendi içinde hep tartışılmıştır. Sapkın insanlar, mensubu olduğu Hristiyanlığı gerçek dünyadan ve dolayısıyla birbirlerinden koparma amacına hizmet etmiştir. Bu da insanların otoriteye sorgulamadan kendileri gibi düşünen sapkın tarikatlara itaat etmesini sağladı. Tarih boyunca sapkınlık genel bir ifadeyle; “her şeyi kontrol eden bir Tanrı’nın var olmadığı” iddiasıyla insanların sorumluluk duygusunu zayıflattı ve utanç verici suçları din uğruna işlenildiği takdirde haklı kılındığı ama en önemlisi, gerçeği bildiği halde bu hikâyeleri kullanan insanlara da toplumu yönlendirme ve kontrol etme gücü imkânı kılındı.
İnsanlık tarihi boyunca dini dogmalar, icat edile gelmiş en güçlü silahtır ve diğer birçok inananların silah mahiyetinde kullanılan hikâyelere kanması ve inanç ekseninde tarikat içinde insanları birbirleriyle bağlanmasını sağlayan “manevi yapıştırıcıya” olan ihtiyacın getirilmesi amacıyla, insan ruhuna iyi gelen “Romantizim Doktrini” etrafında süslenmiş temel bir din psikolojisi oluşturmuştur. Önemli olan dini hikâyenin veya vizyonun gerçekle olan ilişkisi değil, hikâyenin kurgusal işlevidir. Eğer bu dini dogmatik silahlar, cinsel dürtüleri bastırılmış ve kâdim ilahi bilgilerden yoksun sapkın fikirli insanların tekeline bırakılırsa; kutsal hikâyelerdeki kötü kokuyu alan ve gerçeğin ne olduğunu sormak isteyen insanların beyni, sapkın tarikatlarca din psikolojisi ile uyuşturularak önemsenmez ve işin ilginç tarafı ise, sapkın inancın savunucuları da sapkın tarikat yöneticileri ile tartışmaya girmezler; ancak sapkın hikâyeye muhalif olanlara da aldırış etmezler, dışlarlar, sapkınlık ve kâfirlikle suçlarlar. Sapkınlık aslında, binlerce yıl boyunca kendi konservatif yapısında gelişerek başka sapkınlıklara ihraç edilen kısır bir döngüdür.
Sapkınlıkla mücadelede Kilise Hukuku ilk dönemlerinde dini sapkınlaştıranlar, sapkın mezhep ile tarikatlarla ve bunlara mensup Hristiyanlara karşı mücadele edip yargılarken, İngiltere Kralı VIII. Henry boşanma konusunda Papa ile fikir ayrılığına varınca, 1500’lü yıllardan itibaren sapkınlıkla mücadelenin seyri değişmeye başlamıştır. Kralın dine müdahalesi sonucu çıkarttığı yasalara uymayanlar “sapık” olarak suçladı. Devletin dine müdahale etmesi üzerine yaklaşık 300 yıl sonra bu sefer dinde “Sekülerizm (Laiklik)” hareketlerinin başlamasına sebep olmuştur.
Zamanla Kilise Hukuku’un değersizliği, hayatın tanzimini seküler devlete terk ve ferde münhasır bir ahlak anlayışını benimseme, günümüze kadar Hristiyan fert ve cemaatlerin genel seyrini belirleyen bir çizgi ortaya koymuştur. Günümüz Hristiyanları kendilerinden önce gelen 2000 yıllık Hristiyan tarihi ve mirasına dair net bir anlayışa sahip değil. Kiliseyi tüzel bir kişiliğe sahip kurum olarak görme anlayışları, geçmişte yaşanan sapkınlık acıları veya klişeler nedeniyle derin suskunluklarından, örgütlü Hristiyanlığın siğilleri ve zayıflıkları hakkındaki mutlu cehaletlere kadar değişebilmektedir.
Ancak sapkınlık inancına “tarih dışı” bir yaklaşım benimseyen herhangi bir düşünür, İslamiyet’in sapkınlıktan koruması için gerekli olan tarihsel bir kimliği kökten yoksunluğa mahrum eder. Zamanı ve coğrafyayı aşan küresel Hristiyanlık, İslamiyet’teki sapkınlık ve sapkınlıkla mücadelede kendi çağımızda madencilik yapmamız ve başvurmamız için muazzam zenginlikler bıraktı.
Bu kitap; sapkınlığı etimolojik, fenomolojik ve kavramsal açıdan bilimsel tanımlamalar getirirken, sapkınlığın teoloji, hukuk, sosyoloji, psikoloji, tarih gibi multidisipliner alanlara etkilerinden yola çıkarak; sapkınlıkla mücadelede Kilise Hukuku ve Hristiyanlığın sapkınlık tarihlerinden örnekler vererek, günümüzde insanların önünü gelen vizyon, eylem ve fikirlerin sapkın olup olmadığına dair refleksif bir düşünce oluşması için tarihsel temel bilgiler vermektedir.
Sevgi ve Saygılarımla.
Akgün Bilgin
Kasım, 2020
-
-
%20545,00 TL436,00 TL
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-