Tahkim Yargılamasında Mahkemenin Yardımı ve Denetimi
Nevzat Boztaş
Yargı yetkisi, devlet egemenliğinin temel unsurlarından biridir. Devlet, yargılama faaliyetini, kural olarak kendi yargı organı olan mahkemeler eliyle yerine getirir. Ancak devlet, yargı fonksiyonunun bazı uyuşmazlıklar yönünden, özel kişi ve kuruluşlarca da yerine getirilmesine izin verir. Devlet, bu durumda özel kişi ve kuruluşlarca yapılacak yargılama faaliyetine dair temel kuralları belirleyerek ve bu işlem ve kararları denetlemek suretiyle yargı fonksiyonunu yerine getirmiş olur[1].
Mahkemeler, yargılama usulünü düzenleyen kanunlarla ve bu usul kanunlarında öngörülen sıkı ispat kurallarıyla bağlıdırlar. Mahkemeler, kararlarını maddi hukuk kurallarına göre verirler. Çok sayıda uyuşmazlığı sıkı usul kurallarıyla çözmek durumunda olan mahkemelerde yargılamalar bu nedenlerle uzun sürer. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biri ve hatta en önemlisi olan tahkimde ise hakemler, hakkaniyete göre ve sektörün kural, ihtiyaç ve geleneklerine göre karar verebilirler. Tahkimde taraf iradeleri belirleyici olup taraflar, hakemlerin uygulayacağı usul kurallarını ve maddi hukuk kurallarını serbestçe seçebilirler. Hakemler sıkı ispat kurallarıyla bağlı olmadıkları gibi, tarafların iradelerine bağlı olarak, maddi hukuk kurallarıyla bağlı olmaksızın hakkaniyete göre karar verebilirler. Bunların bir sonucu olarak tahkimde, mahkemelere göre daha hızlı karar verilir. Bütün bu nedenlerle tahkim, cazip bir alternatif uyuşmazlık çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır[2].
Tahkimi uluslararası nitelikteki ticari uyuşmazlıklar yönünden cazip kılan başka bir neden daha vardır: Günümüzde sermaye, tüm zamanlara göre daha fazla küreselleşmiştir. Uluslararası sermaye, kendisine en cazip kâr olanakları sunan ülkelere doğrudan veya dolaylı yatırımlar yapmakta veya para sermaye olarak doğrudan girmektedir. Uluslararası yatırım yapan sermaye sahiplerinin, yatırım yaptıkları yabancı ülke hukukuna ve yargı sistemine dair yeterli bilgiye sahip olmamaları veya ulusal düzenlemeleri kendi ihtiyaçlarıyla uyumlu bulmamaları gibi nedenlerle, yatırımcılar yönünden hukuki öngörülebilirlik ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Tahkim kurumu, bu ihtiyacın karşılanmasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Tahkimin yatırımları teşvik eden bu özelliğini fark eden devletler, hukuk sistemlerini bu ihtiyaç doğrultusunda yeniden düzenleme çabasına girmişlerdir.
Bu bağlamda, tahkime olan ilginin uluslararası düzeyde artmasıyla birlikte tahkimi düzenleyen uluslararası anlaşmalar ve model kanun ve kurallar düzenlenmiştir. Uluslararası düzenlemeler esas alınarak ulusal düzenlemeler yapılmış ve birbiriyle uyumlu ulusal hukuk sistemleri oluşturulmuştur. Bu düzenlemelere paralel olarak, profesyonel anlamda tahkim faaliyeti yürüten uluslararası tahkim kurum ve kuruluşları (ICC Tahkim Merkezi, ISTAC, İTOTAM vb.) ortaya çıkmış, bu kurum ve kuruluşlar kendi tahkim kurallarını oluşturmuşlardır[3].
Bu hukuki düzenlemelerle tahkim kurumu bağımsız ve özerk bir yapıya kavuşturulurken, tahkim yargılamasına devlet mahkemelerinin müdahalesi oldukça sınırlandırılmış ve bu müdahale sıkı kurallara bağlanmıştır. Başlarken söylediğimiz gibi, devlet egemenliği kavramının bir sonucu olarak, tahkim faaliyetinin devlet tarafından düzenlenmesi ve denetlenmesi bir zorunluluk olup, tahkim yargılamasına dokunulmaz ve özerk bir faaliyet alanı yaratma eğilimi/ihtiyacı ile devletin bu alanı denetleme zorunluluğu arasında sürekli ve dinamik bir gerilim mevcuttur. Bu gerilimin, tahkimin işlevini gerçekleştirmesini sağlayacak şekilde ve denetimde aşırıya gitmeden dengelenmesi gerekir[4]. Günümüzde gerek uluslararası düzenlemelerle gerekse iç hukuk düzenlemeleriyle, bu gerilimin tahkim lehine dengeye kavuşturulduğunu, mahkemelerin bu alanı denetleme yetkisinin oldukça sıkı kurallara bağlanıp minimize edildiğini söyleyebiliriz.
Tahkim konusunda yapılan uluslararası düzenlemelerden en önemlisi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu (UNCITRAL) tarafından 1985 yılında UNCITRAL Model Law on International Commercial Arbitration[5] (bundan sonra "Model Kanun" olarak anılacaktır) kabul edilip, ulusal kanunların düzenlenmesinde devletlere önemli bir model oluşturulmuştur. Model Kanun, 2006 yılında önemli bazı değişiklikler geçirmiştir. Bu belge bir uluslararası sözleşme olmayıp, ulusal kanunların yapılmasında kullanılması tavsiye edilen bir modelden ibarettir[6].
Yine, tahkimde uluslararası uygulama birliğinin sağlanması ve tahkimin geliştirilmesi amacı doğrultusunda, Yabancı Hakem Kararlarının Tanınmasına ve Tenfizine İlişkin 1958 New York Konvansiyonu, Milletlerarası Ticari Hakemlik Konusundaki 21 Nisan 1961 Tarihli Cenevre-Avrupa Sözleşmesi, Devletler ve Diğer Devletlerin Vatandaşları Arasındaki Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümlemesi Hakkında Sözleşme (ICSID) ve uyuşmazlık çözümünde tahkimi tercih ve teşvik eden pek çok ikili ve çok taraflı uluslararası sözleşme hazırlanıp yürürlüğe konulmuştur.
Bizim, özel hukuk alanındaki tahkimi düzenleyen iki temel kanunumuz vardır: Ulusal (iç) tahkimi düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklardaki tahkimi düzenleyen 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu (MTK). Bu iki kanun, büyük oranda Model Kanun esas alınarak hazırlanmıştır. Ancak bu iki kanundaki hükümler, birebir Model Kanun’un çevirisi değildir [7]. Her iki temel kanunda, tahkim yargılamasında mahkemelerin yardımı ve denetimi, Model Kanun esas alınarak düzenlenmiştir.
Yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfizi konusunda uygulanan 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK) hükümleri de gerek Model Kanun hükümleriyle gerekse New York Sözleşmesi hükümleriyle uyumludur.
Türkiye yukarıda anılan üç uluslararası sözleşmeye taraf olmuş, HMK ve MTK’nın hazırlanmasında UNCITRAL Model Kanunu’nu esas almış ve böylece çağdaş hukuk sistemlerinin tahkim konusundaki en önemli müktesebatını benimsemiş ve uygulamaya koymuştur. Türk tahkim sisteminin temel referansları bu uluslararası belgelerdir[8].
Ulusal ve uluslararası düzeyde yapılan bu düzenlemelerle, yargılama yetkisinin sadece devlet mahkemelerine ait olduğuna dair merkeziyetçi anlayışın yavaş yavaş terk edildiği, bu faaliyetin başka kişi ve kuruluşlarca da yerine getirilebileceğine dair çoğulcu bir anlayışın hâkim olduğu görülmektedir[9]. Bu gelişimi sağlayan olguların altında yatan ideolojinin kabul edilebilir olup olmadığından bağımsız olarak, devlet mahkemelerinin bu olgu karşısında doğru konumlandırılması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, tahkime özerk bir yargılama alanı sağlamakla birlikte, egemenlik hakkının bir unsuru olan yargı yetkisinin hakemlere devrini sınırsız olarak kabul edemez. Hukukun emredici kurallarının, temel hak ve hürriyetlerin ve kamu düzeninin tahkim yargılaması sırasında ihlal edilmemesini teminat altına almak ister. Bunun için tahkim yargılamasını denetler. Bu denetim aynı zamanda tahkim yargılamasının meşruiyetini sağladığı gibi onu, yargı yetkisi olan bir aygıt haline getirir. Bu denetim sayesinde bir hakem kararı, tıpkı bir mahkeme ilamı gibi kamu gücüyle icra edilebilir hale gelir.
Devletin tahkim yargılamasını denetlemesi çeşitli şekillerde olur. Hakemin seçiminden tahkim yargılamasının yürütülmesine, geçici hukuki korumalardan nihai karara ve infaz aşamasına kadar tahkim yargılaması çeşitli araçlarla, mahkemeler tarafından denetlenir.
Bu çalışmada, tahkim yargılamasına mahkemelerin müdahalesi ve yardımı konusunda HMK ve MTK'nın düzenlemeleri, Model Kanun hükümleri ışığında incelenecek, her iki kanunun uygulama alanları belirlenecek, iki kanundaki düzenlemeler karşılaştırılacak ve öncelikle tahkimde geçici hukuki korumalar konusunda mahkemelerin denetim yetkisinin sınırlarının ne olduğu, geçici hukuki korumalar konusunda tahkim ile mahkemeler arasındaki dengenin nasıl kurulduğu ortaya konulacaktır.
Ayrıca, konunun önemi nedeniyle, tahkim koşulu içeren deniz ticareti uyuşmazlıklarında geminin ihtiyaten haczinde mahkemelerin yetkisini düzenleyen TTK hükümleri incelenerek, bu hükümlerin HMK ve MTK hükümleriyle birlikte değerlendirmesi yapılacaktır.
Geçici korumaların ardından, nihai hakem kararlarının mahkemelerce denetimi incelenecektir. Nihai hakem kararlarının mahkemelerce denetimi iki şekilde olur. Bunlardan birincisi iptal davası (Annulment of arbitral awards) yoludur. Model Kanun, iptal davasını application for setting aside başlığı altında düzenlemiştir[10]. Türk usul hukuku kurallarına (HMK ve MTK’ya) göre verilmiş olan nihai hakem kararlarının (Türk hakem kararlarının) yargısal denetimi, iptal davası yoluyla olur. Bir de MTK hükümlerine göre verilen ve iptal davasına konu edilmeden kesinleşen hakem kararları için icra edilebilirlik şerhi verilmesi suretiyle denetim sağlanır. Bir Türk usul kanununa tabi olmaksızın yurt dışında verilen nihai hakem kararı “yabancı hakem kararı” olup, yabancı hakem kararlarının Türk mahkemelerince denetimi ise tanınma veya tenfiz (recognition or enforcement) davası yoluyla sağlanır.
Bu bağlamda öncelikle, HMK ve MTK bakımından hakem kararlarının iptali davaları incelenecektir. İptal davasında mahkemenin denetiminin sınırları ortaya konulacaktır.
Daha sonra, yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfizi bağlamında mahkemenin denetim yetkisi incelenip bu denetim yetkisinin ilkeleri ve sınırları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Bu amaçla, öğretideki görüşlerle birlikte, istinaf mahkemelerinin kararları ve Yargıtay içtihatları da dikkate alınarak, tahkim yargılamasında geçici hukuki korumalar konusunda mahkemenin denetim yetkisinin neden ibaret olduğu; iptal, tanıma ve tenfiz davalarında mahkemenin denetim yetkisinin sınırlarının ne olduğu; Türk hukukunda tahkim yargılaması ile mahkemeler arasındaki dengenin nasıl sağlandığı; Türk hukukundaki pozitif düzenlemelerle öğreti ve uygulamada ortaya çıkan görüşlerin tahkim konusundaki modern anlayışla uyumlu olup olmadığı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Modern hukuklarda, mahkemelerin hakem yargılamasına müdahalesi veya hakem kararlarını denetlemesi kavramları yerine, "mahkemenin yardımı" kavramı tercih edilmekte olup bu araştırmada, Model Kanun'dan da esinlenilerek, mahkemenin yerine getirdiği işleve göre “yardım” ve “denetim” kavramları kullanılmıştır[11]. Kanaatimizce, tahkim yargılaması öncesinde ve tahkim yargılaması sırasında mahkemenin görevlendirildiği (örneğin hakemin mahkemece atanması gibi) durumlar için “yardım” kavramı daha uygun olmakla birlikte, nihai kararların mahkemelerce denetlenmesi yardım kavramından çok “denetim” kavramıyla uyumludur.